DÜNYA TOHUM PAZARI...
Dünyada tohum pazarı, diğer sektörlere göre oldukça küçük olmasına rağmen, gıda güvencesi, tarım ekonomisi, çevre ve beslenme açısından çok önemlidir. Verim artışında çeşidin, tohumun katkısının bazı bitkilerde %88’lere (Birleşik Krallık da buğday ve kolzada!) kadar çıkabilmesi, tohumun ne denli önemli olduğunu göstermektedir[1]. Diğer taraftan, tohumculuk sektörü, cazibesini birçok alanda kanıtlamıştır. Hollanda sebze ıslahçıları, tarım sektöründeki en yüksek kar marjını (%15) yakalarken, 2006 yılında ADVANTA’yı (orta ölçekli, küresel bir tohumculuk firması) bünyesine katan United Phosphorus Limited’in CEO’sunun, sektörle ilgili bir saptaması oldukça çarpıcıdır: “Tohumculuk geleceği parlak, müthiş bir sektör. Aldığımızdan beri ADVANTA üç kat büyüdü. Firmanın on kat daha büyüme potansiyelini görüyorum[2]”.
İşte bu cazip piyasa değeri ve diğer birçok nedenle dünya tohum firmalarında, başka sektörlerde rastlanamayacak düzeyde, satın alma ve birleşmeler olmaktadır[3]. Bu birleşmeler, her ne kadar uluslararası yasalara uygun olsalar da, birçok nedenle, yalnız tüketiciyi tedirgin etmekle kalmıyor, çok sayıda sivil toplum örgütünün ilgisini çekiyor. Çünkü: a) tohum fiyatları artar mı? b) genetik çalışmalar azalır mı? c) çiftçiye sunulan çeşit sayılarında azalma olur mu? gibi önemli sorulara henüz bir yanıt bulunmuş değil.
Toplam ticari ve ticaret dışı (çiftçinin kullandığı) dünya tohumculuğunda Türkiye 800.000 $la 11. sırada yer almaktadır. Tohum ihracatında ilk 20 ülke arasında adı geçmemesine karşın, ithalatçılar sıralamasında yine 11. Sıradaki yerini korumaktadır (takribi 180 milyon $).
2017 verilerine göre ticari tohum pazarı 62 milyar $ civarındadır. Bu meblağın % 42’si transgenik yani GDO’lu tohumdur. 2022 yılında bu pazarın, yıllık %7 artışla 78 milyar $ a ulaşabileceği beklenmektedir.
Organik tohum pazarı 2015 yılı verilerine göre 1,6 milyar $ olarak hesaplanmışsa da, 2024 lere doğru yıllık olarak % 12,5 artacağı tahmin edilmektedir.
Tohum kaplama pazarı 2017 yılı verilerine göre 10 milyar dolara ulaşmıştır. % 11 civarında yıllık artış beklenen bu alt sektörde aslan payı (%51) insektisit kimyasallarındadır.
Son elli yılda dünya tohum pazarı 10 milyar $’dan 52 milyar $’lara çıkarken, özel sektörün kamu sektörünü adeta devreden çıkardığına şahit oluyoruz. Fakat özel sektörün, özellikle birleşme ve satın almalardan sonra, çarpıcı bir sıralamaya şahit oluyoruz. Dünyada farklı büyüklükte 7800 civarında tohumculuk firması vardır. 1985 yılında en fazla ciro yapan ilk beş firmanın, 2016 yılına doğru linear bir büyüme ile adeta tohumculuk pazarının %50 sine hâkim olduğu anlaşılmaktadır (Grafik). Onları takip eden diğer 15 firmanın, pazar paylarında oransal bir artış sağlayamamış olmaları çarpıcıdır. Buradan sanki şu saptama ortaya çıkmaktadır: ANCAK BÜYÜKLER BÜYÜR. Bu olayda, tarımsal biyoteknoloji ve ıslahçı haklarının (fikri mülkiyet hakları) devreye girmesinin büyük etkisi olmuştur.
Dünya tohum ticaretinde %43 oranında mısır, %17 oranında soya ve %15 oranında da sebze devrededir. Buğday, arpa, patates gibi geniş alanlara ekimi yapılan ürünlerin tohum pazarında pek öne çıkmamasında iki ana neden vardır. Buğday ve arpa kendini dölleyen bitkiler olarak, çiftçinin o yıl ektiği ve biçtiği ürününü, gelecek yıl tekrar tohum olarak ekebilme şansı vardır. Tabiiki tohumluk partisini yabancı tür, çeşit, ot tohumlarından temizlemesi koşulu ile. O nedenle, normal koşullarda, tohumculuk firmalarının bu tür bitki tohumculuğunu fazla cazip görmemeleri yadırganmamalıdır. Fakat mısır, bitki olarak erkek ve dişi organları ayrı yerde olduğu için kendi çiçek tozu ile döllenmekte ve o nedenle aynı koçandaki daneler dahi farklı genetik yapıda olmaktadır. O nedenle, hibrit tohumdan elde edilen ürün, gelecek yıl ekildiğinde aynı verimi verememektedir. Yani çiftçinin, bu allogam (yabancı tozlanan) bitkilerde tohumunu her yıl yenilemesi gerekmektedir. Doğal olarak tohumcu firmalar da mısır, ayçiçeği gibi yabancı döllenen bitkilere yönelmişlerdir. Soya ise kendine döllenmesine rağmen, biyoteknolojik yöntemlerle yabancı ot ilacına dayanıklılık kazandırılarak tohumculuk firmalarının listelerinde yer almıştır[4]
Tohumculuğun ilk basamağı, yeni çeşit geliştirmektir. Yani hastalıklara-zararlılara, sıcağa-soğuğa, kurağa, yani oluşabilecek tüm negatif koşullarda maksimum verim ve kaliteyi sağlayacak genetiğe sahip çeşitlerin ortaya çıkarılmasıdır. Buna bitki ıslahı diyebiliriz. Seleksiyon, melezleme, mutasyon gibi klasik ıslah yöntemlerine doku kültürü, yabancı gen aktarımı ve diğer moleküler biyolojik gelişmeler de katılarak, 2015 yılına kadar gereksinim duyulan çeşitler geliştirildi. Fakat son beş yıl içinde karşımıza, aslında eski bir yöntem olan mutasyonun, farklı bir uygulaması çıktı. Aslında mutasyon, canlı genlerinden birinde kendiliğinden veya amaçlı olarak oluşturulan bir değişimdir. Son yıllarda bu işlem, laboratuvarlarda moleküler düzeyde, genom içi düzenlemelerle yapılmaya başlandı. Burada amaç genotiplerin kısa sürede elde edilerek, üreticilere ulaştırılma fırsatının doğmasıdır. Yeni bitki ıslah teknikleri (YBIT) diye de tanımlanan bu genom düzenlemeleri (gen editing, gen düzenleme), bir seri yeni gen mühendisliği yöntemlerini kapsamaktadır[5]. Bu yöntemler “Tilling, Protoplast Fusion, Cisgenesis, Oligonucleotide Techniques, CRISPR-Cas9, Zen, Talen, Epigenetics vs.” başlıkları altında toplanmaktadır. Fakat bunlardan “CRISPR-Cas9” biraz daha öne çıkmış durumunda. Bu yöntemlerde, GDO’lardaki gibi dışarıdan herhangi bir gen transferi söz konusu değildir. Tersine, hedeflenen genin, işlem aşamasında uygulanan geçici DNA kesici enzimler yardımı ile susturulması, etkisinin artırılıp azaltılması, mikro-mutasyona tabi tutulması ile yeni genotipler yaratılmış oluyor. Doğal olarak bu yöntemler gen haritaları çıkartılan bitkilerde uygulanabilirler. İşin dikkat çeken tarafı, bu yöntemlerle çeşit geliştirme masraflarının GDO tekniğindeki gibi bir seri risk analizi gerektirmediğinden, yüzlerce milyon dolarlara ulaşmaması! Yani bu yöntemlerle çeşit geliştirme, küçük ve orta büyüklükteki veya düşük bütçeli yeni müteşebbis bitki ıslah firmaları, üniversite ve kamu kuruluşlarınca gerçekleştirilebilmektedir. Nitekim söz konusu yöntemlerle tescil formalitelerinin, GDO tescil sistemleri ile aynı tutulmadığı ABD’de, son tescil başvurulardan yer alan 23 çeşit adayından yalnız üçü, o büyük – küresel tohumculuk firmalarına aittir. Geri kalanlar ise yeni 5-6 yıllık küçük, orta işletmelere veya yeni müteşebbis firmalarındır. İşte bu YBIT, dünya tohumculuk pazarını sarsacak bir gelişme gibi görünüyor.
Türk tohumculuğu bu çerçevede nasıl değerlendirilebilir? Geliştirdikleri yeni çeşitlerle ihracat yapabilen birçok tohumculuk firması bilinmektedir. Kuruluşları daha dünlere giden genç firmalarımıza, yüzlerce yıl önce kurulmuş yabancı tohumculuk firmaları ile yarıştırabilmemiz için, başta vergi olmak üzere, yapılacak yasal düzenlemelerle kredi, bilimsel danışman, uzman, alt yapı ve donanım desteği sağlamadığımız takdirde, basında “Tohumda ‘Milli Çeşit Listesi’nin’ yüzde 90’ı yabancı[6] ” ve benzeri haberleri daha çok yıl okuruz! Onun için, Üniversite – Tarım Bakanlığı ve Tohumculuk camiasını bir çatı altında toplama zamanını daha fazla kaçırmamalıyız!
19 Aralık 2018 Prof. Dr. Nazımi Açıkgöz
19 Aralık 2018 Prof. Dr. Nazımi Açıkgöz
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa